Dünya, daha önce mümkün olması asla tahmin edilmeyen bir düzeyde birbirine bağlı hale geldi. Bunun bir yansıması olarak, devletlerle birlikte iletişim, ulaşım, teknoloji ve uluslararası kalkınma kuruluşlarının birçoğu dijital kimliği benimsedi. Dijital kimlik, dijital bir kanal aracılığıyla açık bir şekilde kimlik doğrulaması yaparak bankacılık, devlet yardımları, eğitim ve diğer birçok kritik hizmete erişimi sağlamak için havalimanlarından sağlık kayıt sistemlerine birçok alanda kullanılıyor. Bankacılık, seyahat ve sigorta endüstrileri ürünleri ve hizmetleri için daha sorunsuz süreçler yaratmayı hedeflerken, hükümetler devlet hizmetlerini evrenselleştirmek amacıyla vatandaşlarını dijitalleştirmeye çalışıyor. Bugünlerde, her bir bireyin kendi dijital kimliğinin olması yönünde çalışmalar hızlı bir şekilde devam ediyor.
Bu yeni dijital veri yönetimi çağına giriş aşaması kendiliğinden gelişmedi. Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar devletleri, yapısal yoksulluk, vatansızlık ve sosyal dışlanma ile mücadele etmek amacıyla vatandaşlarına yasal varlıklarının kanıtını sağlamaları için teşvik etti. Kuruluşlar bu süreçte, özellikle dezavantajlı bireylerin devlet tarafından sağlanan yardımlar kapsamında ödeme almaları için bir kimlik kartı edinmelerinin önemini vurguladı.
Bu gelişmeler olumlu olarak yorumlansa da dijitalleşme bazı durumlara ayrımcılığa da yol açabiliyor. Yapılan bir araştırmaya göre, devletler dijital kimlik sistemlerini belirli gruplara karşı bir silah gibi kullanabiliyor. Araştırma, bu tür sistemlerin Dominik Cumhuriyeti hükümetinin Haiti kökenli siyahi popülasyonların Dominik kimliklerine erişmelerini ve bunları yenilemelerini sistematik olarak engellemesi gibi dışlayıcı mekanizmalar oluşturduğunu vurguluyor.
Dominik Cumhuriyeti'nde doğan Haiti kökenli insanlar, bir süre önce kendilerini kimliklerini (yeniden) almak için bir mücadele içinde buldu. Yetkililer, 80 yılı aşkın bir süredir Haitili göçmenler arasından yeni doğanlara yanlışlıkla Dominikli evrakları sağladıklarını ve şimdi bu hatayı düzeltmeleri gerektiğini iddia ediyordu. Bu vatandaşlar Dominikli olduklarını söylemelerine ve bunu kanıtlayacak evrakları da olmasına rağmen devlet bunu kabul etmedi. Bu uygulamalar, 2013 yılında, ülkede doğan Haiti kökenli insanları Dominik vatandaşlığından çıkaran ve onları vatansız hale getiren dönüm noktası niteliğinde bir kararla sonuçlandı. Sonuç olarak temel haklara erişmek için bir kimliğe sahip olmak gerektiğinden, on binlerce insan temel sağlık hizmetlerinden, refahtan ve eğitimden dışlandı. Bu durum dijital kimlik sistemlerinin, aslında Haiti soyundan gelen vatandaşların Dominik nüfus sicilinden geriye dönük olarak dışlanmasına ve etnik azınlık statülerini daha görünür hale getirmesine yol açtığını gösteriyor. Yaşananlar, ayrıca vatandaşlığın nasıl tanımlanması gerektiği ve dijital kimlik sistemlerine kimlerin erişebileceği tartışmasını da ön plana çıkarıyor.
Bu tür dışlanmaların benzerlerinin dünya çapında da yaygınlaştığı görülüyor. Dijital kimlik ve vatandaşlık hakları arasındaki bağlantıları vurgulayan bir örnek de Kenya'nın dijital kimlik programı. Kenya etnik olarak çeşitliliğe sahip bir ulus olsa da belirli azınlıklara karşı sistematik ve yaygın bir ayrımcılık yapıldığı düşünülüyor. Müslüman Kenyalılar, iddiaya göre güvenlik nedenleriyle 1980'lerden beri ülkede özel incelemeye tabi tutuluyor. Bu nedenle, Kenya'daki Müslüman gruplar, ulusal kimlik elde etmek için halihazırda sayısız bürokratik engelle karşı karşıya. Kenya, ulusal kimlik programlarının yeni dijital versiyonu olan Huduma Namba'yı benimsediğinde de bu kurumsal ayrımcılık devam etti. Dijital bir kimlik elde etmek için vatandaşların kimlik kanıtı sağlamaları gerekiyor ancak var olan durum, çok sayıda Müslüman Kenyalı'nın resmi kimlik belgelerine sahip olmadığı anlamına geliyor. Sonuç olarak, birçok Kenyalı Huduma Namba'nın dışında kalmaya devam ediyor. Dahası, dijital kimliğe sahip olmamanın sonuçları, dijital olmayan bir kimliğe sahip olmamanın sonuçlarından çok daha kötü. Eğitimden kamu hizmetlerine ve sağlık hizmetlerine kadar Kenya'daki hemen hemen tüm kamu hizmetlerine erişim için artık bir dijital kimlik gerekiyor. Bu durumda, dijital kimlik yalnızca mevcut önyargının etkisini artırıyor ve ağırlaştırıyor.
2019 yılında, University of Exeter Hukuk Fakültesi'nden araştırmacılar, dijital kimliğin azınlık statüsünü daha belirgin hale getirmesi nedeniyle, dijitalleştirilmiş programların azınlık gruplarına zulmü ve dışlamayı daha kolaylaştırdığını gösterdi. Dijital kimliğe sahip olmak, yasal belgeleri olmayan insanları daha görünür yaptığı için bu kişileri suistimal ve sömürüye karşı daha savunmasız hale getirebilir. Ayrıca bilginin yanlış ellere geçme ihtimali de bulunduğu için, yetkililerin etnik kökenlerine göre bireyleri hedef almalarını kolaylaştırabilir.
Bunun gibi tartışmalar dijitalleşmenin artmasıyla önümüzdeki 10 yıl içinde daha yaygın hale gelecek. Otobüs şirketi nakit değil sadece kart aldığı için artık toplu taşımayla seyahat edemeyen bireyler ya da sistem onu “yasadışı” göçmen olarak işaretlediği için çalışmayı bırakması gerektiğini söylenenler gibi birçok olumsuz senaryoyla karşılaşmamız mümkün. Kendini bu yeni dijital çağdan dışlanmış bulan insanlar için günlük hayat sadece zor değil, neredeyse imkânsız hale gelecek.
Dijital kimlik kayıtlarını hızlandırma ihtiyacı artarken, pandemi sonrası dünyada bir adım geri atıp düşünmemiz gerekiyor. Dijital COVID pasaportları, biyometrik kimlik kartları ve veri paylaşımlı takip sistemleri için yapılan çağrılar, yalnızca sınırları geçen insanların değil, aynı zamanda yerleşik nüfusların da giderek daha fazla denetlenmesini kolaylaştırıyor. İnsanlara dijital bir kimlik vermek, ancak bunu sağlayanların olası ayrımcılık riskini azaltması ve yüksek gizlilik ve veri koruma standartlarını desteklemesi durumunda insan haklarının korunmasına yardımcı olacaktır.
Detaylı bilgi için kurumsal web sitemizi ziyaret edebilirsiniz: www.s360.com.tr